20 Şubat 2017 Pazartesi

7. SINIF TÜRKÇE MERAM YAYINLARI BEĞİL OĞLU EMREN HİKAYESİ DİNLEME METNİ

7. SINIF TÜRKÇE MERAM YAYINLARI BEĞİL OĞLU EMREN HİKAYESİ DİNLEME METNİ

7. SINIF TÜRKÇE MERAM YAYINLARI BEĞİL OĞLU EMREN HİKAYESİ DİNLEME METNİ
Mustafa Kara
20 Şubat 2017 Pazartesi

BEĞİL OĞLU EMREN HİKÂYESİ

Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Ak

otağını kara yerin üzerine diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne

yükselmişti. Bin yerde ipek halı döşenmişti. İç

Oğuz, Dış Oğuz beyleri bir araya toplanmıştı.


Dokuz Tümen Gürcistan’ın haracı gelmişti. Bir at, bir

kılıç, bir çomak getirdiler. Bayındır Han çok öfkelendi. Dedem

Korkut geldi, şen havalar çaldı:


— Han’ım neye öfkelenirsin, dedi.

Bayındır Han:

— Neden öfkelenmeyeyim? Her yıl altın, akçe gelirdi,

yiğitlere beylere verirdik, gönülleri hoş olurdu. Şimdi bunları

kime verelim de gönlü hoş olsun, dedi.


Dede Korkut:

— Han’ım bunun üçünü bir yiğide verelim, Oğuz iline

sınır boyunda karakol olsun, dedi.


— Kime verelim?

Sağına, soluna baktı; kimse razı olmadı; almak için davranmadı.

En son Beğil adlı yiğide döndü:

— Sen ne dersin, diye sordu.

Beğil razı oldu, kalktı, yer öptü. Dedem Korkut himmet

kılıcını beline bağladı, çomağı omzuna koydu, yayı sırtına

geçirdi.


Beğil cins atını çektirdi, sıçradı, bindi. Hısımını, akrabasını

ayırdı, çadırlarını çözdü, Oğuz ilinden göç eyledi.

Berde’ye, Gence’ye varıp yurt tuttu. Dokuz Tümen Gürcistan

ağzına varıp kondu, burada karakolluk eyledi. (...)


Yılda bir kez bayındır Han’ın divanına varırdı. Bir gün

yine Bayındır Han’dan adam geldi, çabuk gelsin diye. Haber

üzerine Beğil geldi, Bayındır Han’ın elini öptü. Han da

Beğil’i konukladı. Güzel elbiseler, cins atlar, bol harçlık

verdi. Tam üç gün ağırladı: “Üç gün de Beğil’i av etiyle konuklayalım

beyler.” dedi.


Av çevreye duyuruldu. Av hazırlığı başladı. Kimi atını

över, kimi yay çekip ok atışını överdi. Salur Kazan ne atını

övdü ne kendini övdü. Beğil’in hünerini söyledi.


Üç yüç altmış altı yiğit ata binse, kanlı geyik üzerine

yürüyüş olsa Beğil ne yay kurardı, ne ok atardı. Hemen

yayı bileğinden çıkarırdı, boğanın, yaban geyiğinin boynuna

atardı, çekip durdururdu. Zayıf olanlarının, avda belli olsun

diye, kulağın delerdi. Eğer beyler geyik avlasa, kulağı

delik olsa, Beğil sevincidir diye Beğil’e gönderirlerdi. Bayındır

Han:


— Bu hüner atın mıdır, yoksa üstündeki erin midir, diye

sordu.

— Han’ım erindir, dediler.

— Yok at çevik olmasa, er övünmez; hüner atındır,

dedi.

Bu söz Beğil’e hoş gelmedi:

— Yiğitler içinde bizi çamura batırdın, dedi.

Armağanlarını Bayındır Han’ın önüne döktü, Han’a
küstü, divandan çıktı. Atını getirdiler, ala gözlü yiğitlerini alıp evine geldi.

Oğlancıkları karşıladı, okşamadı. Ak yüzlü eşine bir şey

söylemedi.

Eşi sordu:

Altın tahtımın sahibi beyim yiğit,

(...)

Sırtında cübben, başında altın tolgan yok,

Ala gözlü çocuklarını okşamazsın,

Akça yüzlü eşinle söyleşmezsin,

Nedir hâlin?

Beğil yanıt verdi:

(...)

Ak alınlı Bayındır Han divanına sürüp vardım,

Ala gözlü beyleriyle yedim, içtim,

Soyumdan olanları iyi gördüm,

Han’ımızın gözünden düştüğümü gördüm,

Eli günü göçürün,

Dokuz Tümen Gürcistan’a gidelim,

Oğuz’a baş kaldırdım, belli bilin!

Eşi:
— Yiğidim, bey yiğidim. Hanlara baş kaldıranın işi rast
gitmez. Sen gideli Han’ım eğri yatan Aladağların da kimse
avlanmamıştır, ava git, gönlün açılsın, dedi.
Beğil gördü, eşinin aklı iyidir, cins atını çektirip sıçradı,
bindi, ava gitti.
Av avlayarak gezerken önüne yaralı geyik çıktı. Beğil
buna at saldı, ardından yetişti, yay kirişini boynuna attı. Geyik
uçtu kendisini yüksek yerden attı. Beğil atın dizginini
yenemedi, birlikte uçtu. Sağ uyluğu kayaya çarptı, kırıldı.
(...)


Hemen okluğundan ok çıkarıp atının eyerinin arkasındaki
kayışları çekti, kopardı. Kaftanı altından ayağını sağlamca
sardı, olanca gücüyle atının yelesini tuttu, tülbendi
boğazına geçmiş, avcılardan ayrı yurduna yakın geldi.
Oğlancığı Emren, yiğit babasına karşı geldi, gördü,
benzi sararmış, tülbendi boğazına geçmiş. Yoldaşlarını sorup
şunları söyledi:
(...)


Kalkıp yerinden doğruluverdin,
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin,
Eğri yatan ala dağların eteğine vardın,
Kara giyimli kâfirlere rastladın mı?
Ala gözlü yiğitlerini kırdırdın mı?
Ağız dilden birkaç sözcük haber bana,
Kara başım kurban olsun babam sana. dedi.
Beğil oğluna şunları söyledi:
Kalkıp yerimden doğruluverdim,

Kara dağlar önüne ava çıktım,
Kara giyimli kâfirlere rastlamadım,
Ala gözlü yiğitlerimi kırmadım,
Sağdır, esendir, yiğitlerim,
Üç gündür keyfim yok, oğul,
At üzerinden beni tut, döşeğime çıkar.
Aslan yavrusu yine aslandır, babasını at üzerinden kavradı,
döşeğine çıkardı. Cübbesini üzerine örttü, kapısını kapadı.
Beri yanda beyler gördüler ki av bozulmuş, her biri evli
evine geldi.
(...)


Beğil, beş gün divana çıkmadı. Ayağının kırıldığını
kimseye söylemedi. Bir gece döşeğinde acı acı inledi, ah
etti.
Eşi:
— Bey yiğidim, kalabalık düşman gelse dönmezdin,
butuna alaca ok değse inlemezdin. Kişi, yanında yatan eşine
sırrını söylemez mi olur? Nedir hâlin, dedi.
Beğil:
— Güzelim! Attan düştüm, ayağım kırıldı, dedi.
Kadın elini eline çaldı, hizmetçiye söyledi, hizmetçi kapıcıya
söyledi, otuz iki dişten çıkan haber bütün yurda yayıldı.
“Beğil attan düşmüş, ayağı kırılmış.” diye...
Meğer kâfirin casusu vardı, bu haberi duyup vardı. Teküre
söyledi:
Tekür:
— Kalkıp yerinizden, doğrulun! Yattığı yerde Beğil’i
tutun, ak ellerini arkasına bağlayın! Elini gününü vurun
yağma edin, dedi.
Beğil’in onların yanında casusu vardı. Beğil’e haber
gönderdi:
— Başınızın çaresine bakın, üzerinize düşman geliyor,
dedi.
Beğil yukarı baktı, gök orak, yer katı, dedi. Oğlancığını
yanına çağırıp şunları söyledi:
Oğul, oğul, ey oğul!
Karanlıkça gözümün aydını oğul!
Güçlü soyumun kuvveti oğul!
Gör, sonunda neler oldu,
Neler geldi benim başıma, dedi:
(...)


Oğlan babasına şu yanıtı verdi:
(...)


Kargı dalı mızrağını bana versene,
Göğsünden er mızraklayayım senin için,
At tüylü, sivri okunu bana versene,
Erden ere geçireyim senin için!
Ala gözlü üç yüz yiğidini yoldaşlığa bana versene

Muhammed dini yoluna savaşayım senin için, dedi.


Beğil:

— Öleyim bu sözlerin için oğul! Her hâlde benim geçmiş

günlerimi aratmazsın. Hemen giyimimi getirin, oğlum

giysin, al aygırımı getirin, oğlum binsin, yurt zarar görmeden

oğlum meydana varsın, girsin, dedi.


Oğlanı donattılar. Babası ile anası geldi, görüştü, ellerini

öptü. Üç yüz yiğidi yanına aldı, meydana vardı. Al aygır

ne zaman düşman kokusu alsa ayağını yere vururdu, tozu

göğe çıkardı.


Kâfirler:

— Bu at Beğil’indir, biz kaçarız, dediler.

Tekür:

— Bre iyi bakın. Bu gelen Beğil’se sizden önce ben kaçarım,

dedi.


Gözcü gözledi, gördü ki at Beğil’in, Beğil üzerinde değil,

ama bir kuş kadar oğlandır. Gelip Tekür’e haber verdi:

“At, giyim, kuşam, tolga Beğil’in, Beğil içinde değil.” dedi.

Tekür de: “Yüz adam seçelim, gürültü çıkarsınlar, oğlanı

korkutsunlar. Oğlan kuş yürekli olur, meydanı bırakır, kaçar.”

dedi.


Yüz kâfir seçilip oğlanın üzerine geldi. (...)

Tekür:

— Varın sorun oğlan, Beğil’in nesidir, dedi. Kafir gelip

sordu:

Altındaki al aygırı biliriz, Beğil’indir, Beğil hani?

Kara çelik öz kılıcın Beğil’indir, Beğil hani?

Üzerindeki demir giyim Beğil’indir, Beğil hani?

Yanındaki yiğitler Beğil’indir, Beğil hani?

(...)

Beğil oğlu şu karşılığı verdi:

(...) Altımdaki al aygıra Beğil beni bindirdi. Kara çelik

öz kılıcını güç verdi, kargı dalı mızrağını himmet verdi; yanındaki


üç yüz yiğidini bana yoldaşlığa verdi. Ben Beğil’in

oğluyum bre kâfir, beri gel de döğüşelim, dedi.


Kâfir Tekür:

— Dayan bre sersem oğlan, ben sana varayım, dedi.

Altı dilimli gürzünü eline aldı, oğlanın üzerine at sürdü.

Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Yukarıdan aşağı kâfir,

oğlana bütün gücüyle vurdu. Kalkanını ufalttı, başlığını

ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, oğlanı yenemedi. Kâfirin gücü

çok, oğlan perişan oldu. Tanrı’ya yalvardı:

Yücelerden yücesin, ulu Tanrı,

Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı,


(...)

Birliğine sığındım,

Yüce Tanrı’m, bana yardım et, dedi.


Kâfir der:

— Oğlan, yakalandın diye Tanrı’na mı yalvarıyorsun?

Senin bir Tanrı’n varsa benim yetmiş iki puthanem var,

dedi.

Oğlan:

— Ey Tanrı’ya baş kaldırmış lanetli, sen putlarına yalvarıyorsan,

ben âlemleri yoktan var eden Tanrı’ma sığındım,

dedi.


Yüce Tanrı Cebrail’e buyurdu ki: “Ya Cebrail, var, şu

kuluma kırk er kadar güç verdim.” dedi.

Oğlan kâfiri sürdü, yere vurdu. (...)


Kâfir:

— Yiğit aman! Sizin dininize ne derler, dinine girdim,

dedi. Akıncılar kâfirin malını savaş haracı aldılar. Oğlan

babasına muştucu gönderdi, “Düşmanımı yendim.” dedi.

Ak sakallı babası karşı geldi. Oğlunun boynuna sarıldı.

Dönüp evlerine geldiler. Karşı yatan kara dağdan oğlana

yaylak verdi, çevik atlardan tavla verdi, akça yüzlü oğluna

akça koyun şölenlik verdi. Ak alınlı Bayındır Han’a pay

ayırdı. Ala gözlü oğluna al duvaklı gelin aldı. Oğlunu aldı,

Bayındır Han’ın divanına vardı, el öptü. Kazan Han, oğlu

Uruz’un yanında ona yer gösterdi. Sırmalı, güzel elbiseler

giydirdi.


Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı. Bu Oğuzname

Beğil oğlu Emren’in olsun, dedi. Gazilerin başına neler

geldiğini anlattı. Dua edeyim Han’ım, yeri kara dağların yıkılmasın,

gölgelice kaba ağacın kesilmesin, Tanrı’nın verdiği

umudun kırılmasın. Günahımızı adı güzel Muhammed’e

bağışlasın, dedi.


ADMİN:MUSTAFA KARA

                                                            Hzl.: Hayati DEVELİ

                                                         Dede Korkut Hikâyeleri

                                                            (Düzenlenmiştir.)

7. SINIF TÜRKÇE MERAM YAYINLARI BEĞİL OĞLU EMREN HİKAYESİ DİNLEME METNİ
4/ 5
Oleh

Hiç yorum yok: