Armağanlarını Bayındır Han’ın önüne döktü, Han’a
küstü, divandan çıktı. Atını getirdiler, ala gözlü yiğitlerini alıp evine geldi.
Oğlancıkları karşıladı, okşamadı. Ak yüzlü eşine bir şey
söylemedi.
Eşi sordu:
Altın tahtımın sahibi beyim yiğit,
(...)
Sırtında cübben, başında altın tolgan yok,
Ala gözlü çocuklarını okşamazsın,
Akça yüzlü eşinle söyleşmezsin,
Nedir hâlin?
Beğil yanıt verdi:
(...)
Ak alınlı Bayındır Han divanına sürüp vardım,
Ala gözlü beyleriyle yedim, içtim,
Soyumdan olanları iyi gördüm,
Han’ımızın gözünden düştüğümü gördüm,
Eli günü göçürün,
Dokuz Tümen Gürcistan’a gidelim,
Oğuz’a baş kaldırdım, belli bilin!
Eşi:
— Yiğidim, bey yiğidim. Hanlara baş kaldıranın işi rast
gitmez. Sen gideli Han’ım eğri yatan Aladağların da kimse
avlanmamıştır, ava git, gönlün açılsın, dedi.
Beğil gördü, eşinin aklı iyidir, cins atını çektirip sıçradı,
bindi, ava gitti.
Av avlayarak gezerken önüne yaralı geyik çıktı. Beğil
buna at saldı, ardından yetişti, yay kirişini boynuna attı. Geyik
uçtu kendisini yüksek yerden attı. Beğil atın dizginini
yenemedi, birlikte uçtu. Sağ uyluğu kayaya çarptı, kırıldı.
(...)
Hemen okluğundan ok çıkarıp atının eyerinin arkasındaki
kayışları çekti, kopardı. Kaftanı altından ayağını sağlamca
sardı, olanca gücüyle atının yelesini tuttu, tülbendi
boğazına geçmiş, avcılardan ayrı yurduna yakın geldi.
Oğlancığı Emren, yiğit babasına karşı geldi, gördü,
benzi sararmış, tülbendi boğazına geçmiş. Yoldaşlarını sorup
şunları söyledi:
(...)
Kalkıp yerinden doğruluverdin,
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin,
Eğri yatan ala dağların eteğine vardın,
Kara giyimli kâfirlere rastladın mı?
Ala gözlü yiğitlerini kırdırdın mı?
Ağız dilden birkaç sözcük haber bana,
Kara başım kurban olsun babam sana. dedi.
Beğil oğluna şunları söyledi:
Kalkıp yerimden doğruluverdim,
Kara dağlar önüne ava çıktım,
Kara giyimli kâfirlere rastlamadım,
Ala gözlü yiğitlerimi kırmadım,
Sağdır, esendir, yiğitlerim,
Üç gündür keyfim yok, oğul,
At üzerinden beni tut, döşeğime çıkar.
Aslan yavrusu yine aslandır, babasını at üzerinden kavradı,
döşeğine çıkardı. Cübbesini üzerine örttü, kapısını kapadı.
Beri yanda beyler gördüler ki av bozulmuş, her biri evli
evine geldi.
(...)
Beğil, beş gün divana çıkmadı. Ayağının kırıldığını
kimseye söylemedi. Bir gece döşeğinde acı acı inledi, ah
etti.
Eşi:
— Bey yiğidim, kalabalık düşman gelse dönmezdin,
butuna alaca ok değse inlemezdin. Kişi, yanında yatan eşine
sırrını söylemez mi olur? Nedir hâlin, dedi.
Beğil:
— Güzelim! Attan düştüm, ayağım kırıldı, dedi.
Kadın elini eline çaldı, hizmetçiye söyledi, hizmetçi kapıcıya
söyledi, otuz iki dişten çıkan haber bütün yurda yayıldı.
“Beğil attan düşmüş, ayağı kırılmış.” diye...
Meğer kâfirin casusu vardı, bu haberi duyup vardı. Teküre
söyledi:
Tekür:
— Kalkıp yerinizden, doğrulun! Yattığı yerde Beğil’i
tutun, ak ellerini arkasına bağlayın! Elini gününü vurun
yağma edin, dedi.
Beğil’in onların yanında casusu vardı. Beğil’e haber
gönderdi:
— Başınızın çaresine bakın, üzerinize düşman geliyor,
dedi.
Beğil yukarı baktı, gök orak, yer katı, dedi. Oğlancığını
yanına çağırıp şunları söyledi:
Oğul, oğul, ey oğul!
Karanlıkça gözümün aydını oğul!
Güçlü soyumun kuvveti oğul!
Gör, sonunda neler oldu,
Neler geldi benim başıma, dedi:
(...)
Oğlan babasına şu yanıtı verdi:
(...)
Kargı dalı mızrağını bana versene,
Göğsünden er mızraklayayım senin için,
At tüylü, sivri okunu bana versene,
Erden ere geçireyim senin için!
Ala gözlü üç yüz yiğidini yoldaşlığa bana versene
Muhammed dini yoluna savaşayım senin için, dedi.
Beğil:
— Öleyim bu sözlerin için oğul! Her hâlde benim geçmiş
günlerimi aratmazsın. Hemen giyimimi getirin, oğlum
giysin, al aygırımı getirin, oğlum binsin, yurt zarar görmeden
oğlum meydana varsın, girsin, dedi.
Oğlanı donattılar. Babası ile anası geldi, görüştü, ellerini
öptü. Üç yüz yiğidi yanına aldı, meydana vardı. Al aygır
ne zaman düşman kokusu alsa ayağını yere vururdu, tozu
göğe çıkardı.
Kâfirler:
— Bu at Beğil’indir, biz kaçarız, dediler.
Tekür:
— Bre iyi bakın. Bu gelen Beğil’se sizden önce ben kaçarım,
dedi.
Gözcü gözledi, gördü ki at Beğil’in, Beğil üzerinde değil,
ama bir kuş kadar oğlandır. Gelip Tekür’e haber verdi:
“At, giyim, kuşam, tolga Beğil’in, Beğil içinde değil.” dedi.
Tekür de: “Yüz adam seçelim, gürültü çıkarsınlar, oğlanı
korkutsunlar. Oğlan kuş yürekli olur, meydanı bırakır, kaçar.”
dedi.
Yüz kâfir seçilip oğlanın üzerine geldi. (...)
Tekür:
— Varın sorun oğlan, Beğil’in nesidir, dedi. Kafir gelip
sordu:
Altındaki al aygırı biliriz, Beğil’indir, Beğil hani?
Kara çelik öz kılıcın Beğil’indir, Beğil hani?
Üzerindeki demir giyim Beğil’indir, Beğil hani?
Yanındaki yiğitler Beğil’indir, Beğil hani?
(...)
Beğil oğlu şu karşılığı verdi:
(...) Altımdaki al aygıra Beğil beni bindirdi. Kara çelik
öz kılıcını güç verdi, kargı dalı mızrağını himmet verdi; yanındaki
üç yüz yiğidini bana yoldaşlığa verdi. Ben Beğil’in
oğluyum bre kâfir, beri gel de döğüşelim, dedi.
Kâfir Tekür:
— Dayan bre sersem oğlan, ben sana varayım, dedi.
Altı dilimli gürzünü eline aldı, oğlanın üzerine at sürdü.
Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Yukarıdan aşağı kâfir,
oğlana bütün gücüyle vurdu. Kalkanını ufalttı, başlığını
ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, oğlanı yenemedi. Kâfirin gücü
çok, oğlan perişan oldu. Tanrı’ya yalvardı:
Yücelerden yücesin, ulu Tanrı,
Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı,
(...)
Birliğine sığındım,
Yüce Tanrı’m, bana yardım et, dedi.
Kâfir der:
— Oğlan, yakalandın diye Tanrı’na mı yalvarıyorsun?
Senin bir Tanrı’n varsa benim yetmiş iki puthanem var,
dedi.
Hiç yorum yok: